Merhabalar! :) Üzerinden bayram tatili geçti, millet üzerine en az 3 kapı daha yaptı, ben hala T in the Park yazıyorum.:) Neyse geç olsun, güç olmasın işte kapanış postuyla İskoçya'ya veda hemen aşağıdaki satırlarda.
Pazar günü erken kalkıp kimsecikler uyanmamışken duşumuzu alıyoruz, gözüme kestirdiğim kozamsı şeyler de boş. En iyisi mi, ben istediğim fotoyu çektireyim diyorum.
Kahvaltıdan sonra biraz kulübelerimizin önüne takılıyoruz, Duygu komşuların sandalyesinde güneşin keyfine varıyor, hava konusunda şans yine bize gülüyor .
Müzik yine 12:00'de başlıyor, biz Spenny ile BBC introducing sahnesinin yolunu tutuyoruz, Model Aeroplanes dinliyoruz.
Arkada elektrikli testere ile hayvan figürleri yapan sanatçının eserleri, o gün bank olmuşlar. Naber çocuklar??
Sivil toplum kuruluşları da alanda çadırlara sahip, insanlara kendilerini anlatma çabasındalar. Bir tanesine ait bu dilek yazılan kilitler, en ilgi çekeniydi.
Ben sonunda kullanmak için uzun süredir beklediğim saç aksesuarımı takıyorum. Bu arada hava kuru ve binlerce insan dolaştığından her yer toz içinde. İşte o zaman Hunter çizmelerin, neden her koşulda kullanılabilen, optimum festival ayakkabısı olduğunu, biz de anlıyoruz.
Üst / Top: Free People
Şort / Shorts: Zara
Gözlük/Sunnies: Primark
Çanta/Bag: Mango
Saç aksesuarı / Head piece: Urban Outfitters
Parka: H&M
Bastille sahnede, performansları iyi. Onları yaklaşık 20 dk falan dinliyoruzz. Bir türlü Pompeii çalmıyor, tam sahneden ayrılmak üzereyken e eyo eyo dediklerini duyuyoruz ve çalmaya başlıyor, Pompeii'yi dinleyip, koşarak ana sahnenin yolunu tutuyoruz.
Ana sahnede benim ilk albümünü bolca dinlediğim Rita Ora var. Yine MTV'de seyrettiğim canlı performansına göre, ben kendisinden fazlaca ümitliyim. Rita Radioactive ile girmiş olaya. Saçlar; uçlar mavi, kıvır kıvır, üzerinde bol, pullu bir Ashish Spring 2013 pantolon ve denim ceket var. Sütyen üstle tamamladığı kıyafet, güzel vucudunu da yeterince göstermesine imkan veriyor, enerjisi çok yüksek ve sesi çok güzel. İngiliz olmasının verdiği avantajla Scotland'ı doğru söylüyor ve nasıl doğru söylüyor muyum diye, telaffuzu yanlış olanlar da dalga geçiyor.:) Sahnede zıp zıp dansediyor, bir oraya, bir buraya koşuyor, tatlı tatlı konuşuyor, evet bir yıldız doğuyor ve Rihanna'ya da benim gözümde büyük fark atıyor. E Jay-Z boş yere kimseyle kontrat yapmaz ;). Hot Right now, sevdiğim şarkılarında ilk 3te sayılır. Kalabalık bayılıyor Rita'ya, herkes çılgınlar gibi dansediyor. Bir ara No Doubt'ın solisti Gwen Stefani'ye olan hayranlığını dile getirip, Hella Good'u, she wants to move ile coverlıyor. How we do da bitiyor.
Rita sahneden ayrılıyor ama o ne dillere düşen şarkısı R.I.P yi henüz söylemedi. Ben de heyecanla onu bekliyorum. Sonra çıkıyor ve R.I.P'nin ilk notaları duyulmaya başlıyor. O anda ben de Spenny'e dönüp, yukarıdaki hareketi yapıyorum. Meğerse elinde telefon varmış ve döner dönmez fotomu çekiyor. Bir anda gelişen o sevinç anı, böyle yansıyor kameraya, benim için güzel bir festival anısı oluyor. Bu şarkıdan sonra geleceğin yıldızı Rita Ora'ya, güzel performansı için teşekkürler demek kalıyor.
Bu pengunler de çok oluyor canım, bak buraya kadar gelmişler :) .
King Tut's Wah Wah çadırında Hurts var, son iki şarkısını yakalıyoruz. Onlar da benim bildiğim 2 şarkı zaten, Stay ve Wonderful Life :). Performansları çok iyi, Rock'n Coke'a gelecekler, bu sefer tüm seti dinleme imkanı bularak telafi edebileceğimi sanıyorum. :)
Hurts'den sonra Disclosure var ama ben nedense onları bir türlü, sevdiğim şarkıları olmasına rağmen hatılayamıyorum ve talihsiz bir kararla çadırı terkediyoruz. Geri geldiğimizde Disclosure'un dışarılara taşan bir kalabalığa çaldığını görüyoruz, son şarkı Latch'ı dinliyoruz. Onları kaçırdığıma üzülüyorum, inşallah başka bir yerde kesinlikle ful set dinleyeceğim diyorum.
T Break sahnesine yollanıyoruz, sahnede DIIV var. Ta New York'lardan buralara gelmişler ancak mikrofonda bir sorun var. Müzikleri rock tarzı, tavırlar sakar Nirvanamsı . :)) Gitar çalan çocuk, amfinin fişini falan çıkartıyor yanlışlıkla, komik bir performans izliyoruz ama aklımızda kalıyorlar.
Bu Glastonburry'deki Poppy Delavigne çakması da DIIV'ı izleyenler arasında. :)
Transmission stage de Jagwar Ma var.Biz DIIV sayesinde yaklaşık son 20 dakikasına yetişiyoruz. Onları tanımıyoruz, dizi bandajlı, tek ayağı üzerinde duran, değişik figürler yapan çocuk bize pek güven vermiyor ama dinlemeye devam ediyoruz. O ne şarkılar çok iyi, görünüşe aldanmamak lazım :). Adlarını sonradan öğrendiğimiz Four, Come and Save me, What Love.. gibi şarkılara bayılıyoruz ve size de grubu izlenecekler listesine almanızı, şiddetle tavsiye ediyoruz.
Jagwar Ma bitince hemen Radio 1 Stage'e koşuyoruz, Editors var, ben ilk kez kendilerini canlı dinliyorum. Bir süre bu sahnedeyiz çünkü arkalarından Foals var. İkisi de fena değil ama Foals benim gözümde bir tık daha ilerde. Foals'da sahneye sütyenini atan kız ve solistin halkın arasına inmesiyle akılda kalan anılar yaşıyoruz ama iki konserde beni çok heyecanlandırmıyor. Sevgilimin aklı, ana sahnedeki Stereophonics'de. Son şarkıları olan Dakota'ya yetişiyoruz. İnsanlar belli ki onları tercih etmiş, bu sahne daha kalabalık ve Dakota şahane :) .
Türk erkeklerine yeni, kızlarla tanışma taktiği de benim hizmetim olsun. Kızlar, bu gelinlik giymiş çocuğun yanından ayrılmıyordu ;) .
Foals'dan sonra The Killers'a kadar vaktimiz var. Biz kızlarla Vip'ye tuvalet ve yemek molası için gidiyoruz, Spenny, bir arkadaşı ile bir şey içmeye gidiyor. Kızlar çok sevip beğendikleri, içinde haggis bulunan Wallace adlı burgeri yememi tavsiye ediyorlar. Bir Tennent's bir Wallace lütfen, sonuç gayet güzel. Spenny ile 20:30'da dönme dolabın önünde buluşmak üzere sözleşiyoruz amaç gün batımında festival alanını üstten bir kez olsun görmek.
Burası ana sahne, insanlar The Killers'ı bekliyorlar. Ana sahnenin arkasındaki binlerce çadırı görüyor musunuz?
Radio 1 sahnesinde süperstar dj David Guetta var, onun da izleyicisi çok. Bu arada size İskoç seyircisinden bahsetmediğimi farkettim. Seyirci eğlenmeyi biliyor, katılımcı, bilinçli, çılgın, sınırlar yok, kim ne düşünür yok, çok da güzel. Eğlenceye giriş için söyledikleri iki tezahürat var birincisi ve en çok kullanılanı "here we, here we, here we f..king go! ( Ki tarafımızdan çok tutulmuştur :)) , diğeri de Tag Team şarkısından alıntı Whoomp there it is!. (Bu ikincisine sonra tekrar döneceğiz ;) . Dönme dolaptan Guetta seyircisinin ilkini söylediğini ve delicesine tepindiğini, kalkan tozdan görebiliyoruz :).
Bu foto da olayın büyüklüğünü tezahür edebilmeniz için başka bir web sitesinden (www.clashmusic.com) alınmıştır. Dile kolay yaklaşık 85,000 kişi bir arada ve nerdeyse olaysız, mükemmel bir organizasyon.
Dönme dolaptan inip, biralarımızı yerinde bulduk.
The Killers pek beklenmeyecek şekilde sahneye yaklaşık 20 dk. geç çıkıyor. Kapanışı yapacak grubun çıktığı zaman ana sahne de, en kalabalık halini yaşıyor. Somebody told me ile açılışı yapıyor grup ve festivalin 20. yılında, 3. kez T in The Park sahnesinde yerlerini alıyorlar. 2. şarkı benim de bayıldığım Spaceman. Biraz solist Brandon Flowers'dan bahsetmeliyim size. Gömleği hariç siyahlar giymiş, tatlı, sıcak, sempatik, rahat ve etkileyici ( daha başka hangi sıfatları bulabilirdim bilemiyorum ama bunlar yeterli olur sanırım :)) . Wimbledon şampiyonu Andy Murray'den bahsediyor, bir şarkını sözünü Scotland ( Sıkatlınd olan Amerikan telaffuzu da, sorun olmuyor :)) olarak değiştiriyor ve kalabalığı avcunun içine alıyor. Sesi de, performansı da mükemmel. Smile Like you mean it, Joy Division Cover ı Shadowplay, Miss Atomic Bomb gibi şarkıları söylüyorlar. Bir ara kalabalıktan "Whoomp there it is "sloganı yükseliyor ( Unutmayın demiştim, hatırladınız mı??) Bunu duyan Flowers o ne whoomp there it is mi söylüyorsunuz diye şaşırıp, gülüyor ama futbol tezahuratı oley oley oley ile ortayı görüp, golü atıyor, Human'a geçiş yapılıyor ama bize fake atılıyor çünkü henüz Human'ın sırası değil. Human'ın sırası geldiğinde kalabalık yıkılıyor, tarifsiz güzellikler yaşanıyor.
Seyircinin kalbini çalan başka bir an da şöyle gelişiyor. Çok eskilere müziğe başladığı yıllarda küçük kafelerde annelere ve kızkardeşlere çaldıkları günlerde Travis hayranı olduklarını ve Travis'in onlara umut verdiğini söylüyor ve yine benim de çok çok sevdiğim Travis şarkısı Side'dan bir kısım söylüyor ve İskoç olan Travis'e yaptığı bu gönderme ve jestle bir kez daha seyirciyi fethediyor,ben de mest. Runaways, All these things that I've done, When you were youngı da içeren bir kaç şarkı sonra sahneden ayrılıyorlar. Kalabalık Mr. Brightside söylemeden ayrılmayacaklarını biliyor ve evet kapanışı o hitle yapıyorlar. Bu konserden sonra çok büyük hayranları olmamama rağmen kusursuz performanslarıyla beni de kendilerine bağlayan, yapılan ankette neden seyircinin dinlemek istediği grupların başında geldiğini çok iyi anladığım The Killers, T in the Park'ın kapanışına yakışır, mükemmel bir performans sergiliyor.
Lütfen ama lütfen The Killers'ın yukarıdaki bu muhteşem performansına zaman ayırın, pişman olmayacaksınız. :)
Bu örümcek çifte bayıldım.
Gayda sesi duyuluyor, organizasyonun başındaki kişi çıkıp kalabalığa veda ediyor, seneye görüşeceğiz diyor. 20 . yıl pastasını, büyük bir havai fişek gösterisi izliyor. Biz hüzünle karışık bir sevinçle, festivale noktayı koyuyoruz. Ne güzel zamanlar geçirdik, yeni gruplar gördük, anlatılmaz deneyimler yaşadık ve rüya gibi 3 günü bitirdik. Seneye tekrar gitmenin hayallerine şimdiden dalmak yanlış mı bilmiyorum ama müziği ve festival kültürünü seven herkese tavsiyem, en az bir kere böyle bir deneyim yaşamalarıdır.
Festival alanında ertesi gün 12:00'ye kadar kalabiliyorsunuz ancak biz Edinburgh'da uyanmak ve zaman kaybetmemek için Apex International otele gece giriş yapıyoruz.
Edinburgh'da görevimiz var, yüzüğümü almak. Kızları The Pantry'de bırakıp, biz alıp geliyoruz. The Pantry'de, kahvaltı da pek güzel. Şehirde yapılacak çok şey ama bizim sadece 1 günümüz var. Merkeze Princess Street tarafına gidip biraz alışveriş yapıyoruz. Otele aldıklarımızı bırakıp, otelin bulunduğu güzel yer, Grassmarket'ta geziyoruz.
Tabi ki kızları Lovecrumbs'a götürüyorum. Güllü sıcak çikolatayı içmeden buradan hayatta gitmem :). Her şey yine çok güzel, kızlar da bayılıyorlar.
Üst / Tee: John Galt
Pantolon / Pants: Oysho
Ceket / Jacket: Zara
Çanta / Bag: Longchamp
Sandaletler/ Flats: H&M
Gözlük / Sunnies: Primark
Kolye / Necklace: Wallace anıtından ( From Wallace monument)
The Red Door Gallery yine ziyaret ediliyor, içerdekiler her zaman ki gibi kendine hayran bırakıyor.
Kızları Edinburgh Kalesi'ne götürmeden olmaz. O cumartesi kalabalığı yok, e bu sefer yüzük de var. Ferhan ve Duygu'nun şahitliğinde evlenme teklifi daha gerçek, bir şekilde yineleniyor. Her zaman ve her yerde evet!!! :)))
Sanırım geçirdiğimiz bu 10 güne, hayatımın en güzel tatili dersem yalan olmaz. Her şeyiyle dolu dolu, mutlu, sürprizli, müzikli, kutlamalı, eğlenceli ve hayatımın sonuna kadar hatırlanacak bu tatili sizinle detaylı paylaşmasam olmazdı.
Şimdi hayatımıza kaldığımız yerden devam, görüşmek üzere!