Kanunen şirketlerin alması gereken eğitimlerden denetimlerden geçiyoruz bu aralar.
Geçen yangın eğitimindeyiz.
Eğitmen bir fotoğraf paylaştı eğitim sırasında, feci bir orman yangını var ve iki yurdum insanı kol kola girmiş, yangını fotoğraflarına fon yapmış kameraya gülümsüyorlar ve poz veriyorlardı. Kötüydü çok kötüydü. Daha kötüsü bizimkilerden birinin "e napsın hocam, adamın elinden ne gelir?" demesiydi. Fotoğrafa mı bizim elemana mı daha üzüleyim bilemedim, "ne demek ne yapsın? en azından üzülebilir" deyivermişim. Eğitmen ise "medeni insan üzülecek bir durumda üzülebilen insandır" gibisinden bir söz ile konuyu kapattı, yoksa ben akşama kadar konuşurdum.
O gün anladım ki bu Y kuşağı mıdır, ne haltsa, işte bunlardan cacık olmaz. Nitekim ilkyardım eğitimine bir kişi katılacak kim katılsın dendiğinde kimsenin gönüllü olmayacağını biliyordum. Ben de ilk başta atlamadım, hatta gönüllü olduktan sonra bile "yav bunlar bize bir sunuş yapıp göndermesinler, bir işe yarayacaksa gideyim" kaygıları taşıyordum, hiç inkar edemeyeceğim.
Perşembe sabahı eğitim kurumuna gittiğimde sınıfın tamamı gelmişti. Yüksek katılım şaşırtmadı desem yalan olur. Hemen kim nereden geldi, gönüllü müydü soruları soruldu teker teker. Manzara korkunçtu! Hiç susmamasına sonradan epey gıcık olacağımız kaynakçı Semih, "a ciddi eğitim mi olacak, bana git yav oturursun demişlerdi" diyerek ilk bombayı patlattı. Evet yavrum insan hayatı kurtarmayı öğreneceğiz. Eğitim boyunca Semih'in her lafına gülecekleri şimdiden anlaşılan Orhan'ı şirket yazdırmıştı, kankası da kafa dağıtırız diye bunun yanına katılmıştı. Boş oturuyor diye gönderilen patronun teknesinin kaptanı, arkadaşını yalnız bırakmak istemeyen tekstil işçisi Latif. En ilginci de patron yurtdışına çıkınca oturmasın diye son anda gönderilen makam şoförüydü. Bir de geçen çocuğunun boğazına bir şey kaçınca eli ayağı titreyen ama çocuğu kurtaran hanımının yanında eziklendiği gün gibi aşikar Abdullah vardı aramızda.
Peki şimdi bombayı patlatıyorum. Tam gönüllü gelenler sadece dört kişiydi ve hepsi de kadındı, desem? Yaaa?? İkisi beden eğitimi öğretmenliğinde öğrenci kızlar. Çok şekerlerdi, hocaya Semih'i şikayet filan ettiler. Bir diğeri patronun kızı, 15 aylık çocuğu vardı, bunları bilmek öğrenmek lazımdı, haklıydı da yanık beden fotoğraflarına bile bakamıyor, yüzünü çeviriyordu.
Bir de bendeniz:) Çocuğunun çenesi yarıldığında, çocuğu bırakıp yığılan bendeniz! Kan tutar beni, evet maalesef:( Ve bunu bir defasında parmağım kesildiğinde fark etmiştim. Daha doğrusu bir damla kandan midem bulanıp başım dönünce babam söylemişti. O gün doktor olmak için girdiğim fen lisesinden mühendis olarak çıktığıma derin bir oh çektiğimi hatırlıyorum. Düşünsene kan görüp bayılan cerrah! Puhahha tam benlik! Zaten mayamda yok benim. İlker ilaçların tıbbi içeriklerini ve prospektüsünün tamamını bir çırpıda sayabilirken benim Arca'nın antibiyotiklerini tasvir ederken kullandığım tabirler, "pembe olan" "çilekli kötü kokulu olan" "portakal tadında"dan öteye geçemiyor. Düşünsene ben hamileyken test değerlerimi filan yanımda taşımazdım, İlker'i taşırdım, ezbere bilir hatta yorumlardı tahlil sonuçlarını. Geçen Arca'nın doktoru bile İlker'in müthiş bir hafızası ve tıbba yatkınlığı olduğunu söylüyordu, çekemedim tabii, bunun babası eczacıydı oradan biliyor diye bok attım. Bilinçaltımda bir yerlerde artık İlker'e yetişmek mi vardı yoksa gerçekten herkese söylediğim gibi çok yetersiz olduğum bir konuda bilgi sahibi olursam özgüvenimin yükseleceğine dair inancımdan mıdır bilinmez, eğitime ben gittim.
Allah biliyor ya benim muhterem bile ilkyardım eğitimine gideceğimi duyunca "sana mı kaldı o iş? başkası gidemedi mi?" demişti. Demişti ama açıklamamdan sonra ses etmedi.
İlk günün sonunda öğrendiklerimi satmaya başlamıştım İlker'e ama atladığım bir şey vardı, kaptanlık ehliyetini alırken tüm ilkyardım bilgilerini de öğrenmişti pis!
Neyse... Eğitmenler müthişti. İkisi de saha tecrübeleri yüksek acilde çalıştıkları süre uzun hemşirelerdi. Daha genç olan dağcılık yapıyor, arama kurtarma ekiplerinde çalışıyordu. Gezi direnişine destek veren sağlık ekibinde aktif olarak çalışmış, sektörünün politikalarından işleyişine her noktasına hakim inanılmaz bir kadındı. Sigara içtiği için yadırgandığında söyledikleri "yak bir tane daha" dedirtecek kadar mantıklıydı. Uzun nöbetlerde bir uyarıcıya, her gün onlarcasına tanık oldukları ölümlere bir dayanma gücüne ihtiyaçları vardı ve dediğine göre sağlık çalışanlarının %80'i içerdi.
O burun kıvırdığım, bunlardan adam olmaz dediğim sınıf ise, ikinci günün ortalarında beni ziyadesiyle şaşırtmayı başarmıştı. İşin ilginç tarafı hocaları benden bile önce şaşırtmıştı, zira dediklerine göre tam zamanında gelen dersi müthiş dinleyen evet Semih'e rağmen:P, başka bir grup olmamıştı. Hatta bir çoğu asıl hanımları göndermek lazımdı demeye başlamışlardı. Sohbet ettiğim genç arkadaşlardan biri "yav öğreniyoruz da ben şimdi olay olsa çekinirim müdahale edemem" dedi ilk gün. "arkadaş deli misin adam ölecek ve sen ne yapılırsa yaşama şansı olduğunu öğreniyorsun, nasıl çekinirsin uygulamazsın. Zaten sen bir şey yapmasan ölecek bari yap belki yaşar" dedim, "aa sahi doğru söylüyorsun" demez mi:)
Asıl şaşırtan hocalardan birinin bizi uğurlamadan önce söylediği şu cümleydi "eğer bir gün başıma bir şey gelirse etrafta bu gruptan birilerinin bana kalp masajı yapmasını arzu ederim, nice doktorlar gördüm bu kadar iyi değillerdi!"
Ha unutmadan 100 aldım sınavdan tabii ki:) Allah muhafaza yanımdayken başınıza bir şey gelirse, sorun yok bacım suni teneffüs, kalp masajı, yanık tedavisi benden! Ama elinizi filan kesmeyin ha, eğitimle kan tutması geçmezmiş, yaranın üstüne kusuveririm yeminle:)
No comments:
Post a Comment